Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı günlerde yapılan operasyonla evinden alınan İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, iktidarın İstanbul’u talan etmeyi planladığı Kanal İstanbul projesine dair kaleme aldığı yazıyı SÖZCÜ ile paylaştı. İşte o yazı:
Daha dün ‘gündemimizde yok’ denilmesine rağmen bugün inatla dayatılan ve İstanbul’u korumak için on yıllardır hazırlanan çevre düzeni planlarını, bilimsel raporları ve evrensel şehircilik ilkelerini biricik bir imza ile hükümsüz kılan Talan İstanbul projesi; sadece plansız bir mühendislik girişimi değil, aynı zamanda kentin kuzeydeki son tabii eşiklerini parçalayarak kontrolsüz bir yayılmaya sebep olan ve İstanbul’un geleceğini ipotek altına meydan bir ihanet projesidir. Bu proje, İstanbul’un ciğerleri olan Kuzey Ormanları’nı, gıda güvencemizin teminatı olan verimli ziraat arazilerini ve milyonlarca insanın ömür kaynağı olan ab havzalarını geri dönülmez bir şekilde yok etme planıdır. Bu, tanımlanmış en büyük tehdit ile kadim şehrimizi ve geleceğimizi göz göre göre karşı karşıya getirmektir.
SAZLIDERE’Yİ YOK EDİYORLAR
Kentin ab kaynakları bu talanın en vahşi hedeflerindendir. İstanbul’a yılda 88 milyon metreküp içme suyu sağlayan Sazlıdere Barajı tamamen ortadan kaldırılacaktır. Bu, yaklaşık 1.5 milyon İstanbullunun ab kaynağının bile isteye yok edilmesi demektir. İklim krizinin etkilerinin her geçen gün daha şiddetli hissedildiği bir dönemde kentin can damarlarından birini kesmek, us ve bilimle açıklanamayacak bir cinayettir. Geçmişte bizzat ‘Bu şehre ihanet ettik, ben de bundan sorumluyum’ itirafında bulunanların, bugün aynı ihaneti çok daha büyük ve geri dönülmez bir şekilde, göz göre göre sürdürmesi tarihi bir çelişkidir.
Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle iklim krizinden etkilenecek en kırılgan ülkelerdendir. Yapılan projeksiyonlar ülkemizin geleceği için İstanbul’un ab kaynaklarının korunması gerektiğini gösterirken; ekolojik eşiklerden ve geçilen ekonomik darboğazdan uzak projeler ile halkımızın geleceği yok edilmektedir.
Ülkemizde yaşanan ekonomik kriz ve hukuksuzca yürütülen yargı operasyonları ile güven ortamı tamamen yitirilmiştir. Genç nüfus oranımız gün geçtikçe azalmaktadır. Yakın gelecekte doğurganlık oranının düşmesine bağlı olarak nüfusumuzun düşeceği açıktır. Buna rağmen mevcut konut alanlarına yenileri eklenmektedir. İstanbulluların ömür standartlarını arttıracak, güvenilebilir konut, güvenilebilir çevre politikaları geliştirilmesi beklenirken ekolojik krizi derinleştirecek yıkım projeleri ile geleceğimiz yok edilmektedir.
İstanbul’un yeni yapılaşma alanlarına ihtiyacı olmadığını en net şekilde kentin kendi meri planları, yani yürürlükteki bayındırlık planları göstermektedir.
Bu planlar, kentin zaten yaklaşık 24.3 milyon kişiyi barındırabilecek, sağlıksız ve şişirilmiş bir nüfus kapasitesine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak talan zihniyeti, bu devasa potansiyeli dahi yeterli görmemektedir. Kent, üç koldan birleşik bir saldırı altındadır.
BÜTÜNCÜL VE ADİL DÖNÜŞÜM
Talan İstanbul projesiyle kente 2 milyon benlik yeni bir nüfus ve devasa bir yapılaşma baskısı dayatılmaktadır. Halka yeşil meydan ve deprem toplanma alanı olarak kalması vaat edilen askeri alanlar, 1 milyon benlik bir nüfusla betona gömülerek alacağımız nefese hipotek konulmaktadır. Kentin dört bir yanında, kamu yararı hiçe sayılarak uygulanan kişiye özel, parsel bazlı bayındırlık projeleri, saf bir rant arayışıyla devam etmektedir. Deprem riski bahanesiyle yürütülen kentsel dönüşüm süreçlerinin getireceği nüfus yükü de bu parçacıl müdahalelerle birleşerek kentin altyapısını çökertmekte, ulaşımı kilitlemekte ve bir avuç sermayedarı zengin etmektedir. İşte bu üç koldan ilerleyen birleşik saldırı, korkunç bir yoğunlaşmayı İstanbul’a taşıyacak nihai potansiyeli barındırmaktadır.
Mevcut 24.3 milyonluk sağlıksız kapasiteye bu yeni yükler eklendiğinde, kente dayatılan nüfus kapasitesi 27.3 milyona fırlamaktadır. Bu rakam, İstanbul için bir idam fermanıdır. Peki nüfusumuz düşme eğilimindeyken kentimizde kimler yaşayacaktır? Belki de en temelde sorulması gereken soru budur. Kent merkezlerinde yurttaşlarımız yeterli mühendislik hizmeti alamamış riskli konutlarda, İstanbul depremini beklemeye mahkum edilmektedir. Önümüzdeki 10, 20,30 yıllık projeksiyonlarda nüfusumuz azalma eğilimi gösterirken, önceliğimizin bu alanları dönüştürmek olması gerekmektedir. Oysa bu yıkım projesi ile kimin yaşayacağı belli olmayan alanlar, tabii kaynaklarımız yok edilerek imara açılmaktadır.
Bu projenin en somut ve acımasız sonuçlarından biri, İstanbul’un gıda geleceğine yönelik bir suikast girişimidir. İstanbul, kendi gıda ihtiyacını halihazırda karşılayamayan bir şehirdir. Talan İstanbul Projesi ile beraber güzergahındaki son verimli araziler, kentin gıda güvencesinin can damarı yok edilmektedir. Bu topraklar, milyonlarca İstanbullunun taze, güvenli ve pak gıdaya erişiminin sigortasıdır. Rant uğruna, üzerine beton dökülecek 136 milyon metrekare verimli ziraat arazisi kalıcı olarak yok olacaktır.
Bu, sadece toprağın ölümü değil, aynı zamanda hayvancılığın bitirilmesi, binlerce çiftçinin yerinden edilmesi ve kentin gıda krizlerine, fahiş fiyatlara karşı son savunma hattının da yok edilmesidir. Bu alanların kaybıyla İstanbul, gıdada komple dışa bağımlı hale getirilecek; bir avuç insan zenginleşirken milyonlarca yurttaşın sağlıklı gıdaya erişim hakkı gasp edilecektir.
GÜNDEM
Az önceGÜNDEM
Az önceGÜNDEM
Az önceGÜNDEM
Az önceGÜNDEM
30 dakika önceGÜNDEM
60 dakika önceGÜNDEM
1 saat önce